3 Nisan 2015 Cuma

Bir markaya aşık olmak... Dermadolin

Blogger etkinliğimiz sonrasında tanıştığım markalardan biri de Dermadolin oldu.
Dermatolojik olarak test edilmiş, temiz içerikli, kozmetikten ziyade medikal amaca yönelik ürünleri pek severim. Dolayısıyla elime geçen pakette yer alan bütün ürünleri, uzun vadeli kullandıktan sonra yazısını hazırlamaya karar verdim.

Kendimi tutamayacak; objektif ve sakin habercilik anlayışımdan sapacağım ama… Bu ürünlerin hepsi bir harika!


Seranem Nemlendirici El Bakım Kremi

“Kuru ve çatlamış eller için anında rahatlama” mottosuyla satışa sunulan krem; glikosil seramidler, argan yağı, doğal shea yağı, zeytin yağı, kayısı çekirdeği yağı, provitamin B5 ve gliserin içeriyor. Paraben içermemesi ve hipoalerjenik olması ise büyük bir artı.

Bu kremi, kışın en çetin geçtiği süreçte kullanmaya başladım. Sağ elimde, soğuk yanığı diye tabir ettiğimiz bir cilt problemi oluşmuştu. Elimin üstü kabuk bağlamış; hiçbir şey derimin acısını, gerginliğini alamamıştı.
Seranem’in bu el kremi de tesadüfen çantamdaydı. “Eh, bir de bunu süreyim bari, battı balık yan gider!” diye düşündüm. Ofisteydim, işler güçler, toplantılar, yoğunluk… Akşam servise bindiğimde sağ elimin üzerindeki kabuklanmanın tamamen yok olduğunu gördüm. Tamamen! Deride çok ufak bir gerginlik kalmıştı ama bu krem, tek sürüşte elimin üzerindeki o Elm Sokağı Kabusu görünümünü resmen silip atmıştı!
Şimdi bu el kremi sevilmez de ne yapılır?
Üstelik son derece kolay emiliyor.

Seranem Vücut Bakım Şampuanı

Sırtım ve kollarım stres ya da sudaki kireç seviyesinin değişimi gibi durumlarda ve özellikle kış aylarında sivilce üretmeye, kurumaya ve kabuklanmaya meyillidir. Ne tuhaf bir bileşim, değil mi? Bu vücut şampuanının sivilceleri kuruttuğunu ve cildimin nem dengesini yeniden optimum ayara oturttuğunu görünce çok ama çok rahatladım!
Bu ürün de yine glikosil seramidler içeriyor. Argan yağı ise cabası.

Seranem Saç Bakım Şampuanı

Bir şampuandan ne beklersiniz?
Temiz içerikli olsun, kafa deriniz garip garip kimyasallara maruz kalmasın. Kepek yapmasın, saçınızı ertesi sabah sanki hiç yıkanmamışçasına yağlandırmasın. Ayrıca hem hacim kazandırsın hem nemlendirsin.
Değil mi?
O zaman sizi Seranem köşesine alalım.
Yoğun nemlendirme özelliğine sahip olan bu şampuan, argan çekirdeği ekstratı, seramid, bitkisel hiyaluronik asit, keratin, mısır, buğday, soya proteinleri, polikuaternium 10 içeriyor. Yapısındaki Benzofenon – 4 ise güneş ışınlarını filtreleyerek saç tellerini UV-B ve UV-A2 ışınlarının zararından koruyor.


Kendi saçlarımdan bahsedeyim önce: Bir kadının sahip olabileceği en problemli kombinasyondan bahsediyorum burada: Kepeğe meyillilik, kırılmaya meyillilik, boyalık, dibi yağlı ucu kuru.
Aman ne güzel.

Hemen her kadın gibi ben de iki günde bir saçlarımı yıkıyorum. Bazen, saçımın yağ dengesini bozacağını bile bile bunu her gün yaptığım da oluyor. Sebebi basit: Saçlarımı akşam yıkayıp kurutup yattığımda, sabahları görünümün sönüklüğü ve iticiliği nedeniyle cinnet geçiriyorum. Sabah yıkayıp kurutup çıksam, bu sefer hem sinüzit tehlikesiyle burun buruna geliyorum hem de çevresel faktörler akşama kadar saçımın canına okumuş oluyor.

Tek bir şey söyleyeceğim: Bu şampuanı kullanmaya başladıktan sonra saçlarımı üç günde bir yıkamaya başladım ve o üç gün boyunca da “yelelerim” (!) hacminden bir şey kaybetmedi. Son gün atkuyruğu yapıyordum ama olsun. O da temiz bir atkuyruğu oluyordu en azından, yağdan ışıldamıyordu.

Sağlıklı, kepeksiz, hafif, hacimli, kolay şekil alan, daha az kırılan ve “ben buradayım!” diyen saçlar… Demek hayal değilmiş!

Ceradolin Su Bazlı ve Yağ Bazlı Nemlendirici Losyonlar

Deri, hiçbir sorunla karşılaşmasa bile var olan dengesinin korunması için seramid ve bitkisel hiyaluronik aside ihtiyaç duyar.
Ceradolin’in her iki losyonunun da kullanım alanı ama ve amacı aynı. Cildiniz güneş, soğuk, deterjan, iklim gibi faktörlerden ötürü onarıma ihtiyaç duyuyorsa, akne tedavisi gördüyseniz, lazer ya da peeling sonrası cildiniz zorlu bir dönem geçiriyorsa, çatlaklardan, kızarıklıklardan, kaşıntıdan ve pullanmadan muzdaripseniz uygun ürünü buldunuz demektir. İkisinin farkı; su bazlı olan kuru ciltlere iyi gelirken, yağ bazlı olanın çok kuru ciltlere daha yeterli olması.
İçerikler ise şöyle:
Ben, bu losyonların yağ bazlı olanını banyodan sonra, su bazlı olanını ise sabah ayazı yemeden hemen önce, evden çıkarken yüzüme uyguluyorum. Karın, kışın ve fırtınaların olumsuz etkilerini kazasız belasız atlattığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Sözün özü: Sadece eczanelerde satılan bir marka olan Dermadolin, kullandığım beş farklı ürünüyle de beni son derece memnun etti. Kendim için, cildim için iyi bir şeyler yaptığımı hissettim.
Peki Dermadolin satan eczanelerin bir listesi var mı? Firmanın web sitesinde şu ibare yer alıyor:

TÜKETİCİYE NOT

Butik bir firma olduğumuz için eczane çalışmamız yoktur. Ayrıca bayilik veya yetkili eczane kavramları altında özel eczane müşterilerimiz de yoktur. Bütün eczaneler bulundurmaya ve satmaya yetkilidirler. Bu nedenlerle, hangi eczanede bulunup bulunmadığı bilgisine sahip değiliz. Ama iki önemli hususu iyi biliyoruz :
1 - Ürünlerimiz çok kaliteli olup, ülkemizde eşdeğerlileri yoktur.
2 - Bulunduğunuz yer eczanelerine ilaç sevk eden tüm ecza depolarında, Dermadolin ürünlerinin tamamı mevcuttur.

Kalabalık bir eczacı aileden geldiğimiz için tanık olduğumuz üzere, bazı eczaneler, istenen ürün o an için rafında bulunmadığından, müşteriyi kaçırmamak adına, formülce en yakın olanını vermek isteyebilir. Bu, her zaman yanlış değildir. Ancak, Dermadolin ürünlerinin eşdeğerlisi olmadığı için lütfen ısrar edin. Eczaneniz, deposuna telefon ederek istediğiniz ürünümüzü kısa zamanda temin edip, takdim edebilir. Olmazsa bir başka eczane de bu görevi yerine getirebilir.
Saygılarımızla


DERMADOLİN

Siz hiç Dermadolin ürünlerinden kullandınız mı?
Görüşleriniz ne yönde?

Sevgiler!

Rexona'dan yeni iz bırakmayan deodorant Rexona // Black + White

Herkese merhaba...
Sizi bilmem ama ben siyah & beyaz tutkunuyum. Pek çok kıyafetimde de bu renkleri tercih ediyorum. Bugüne kadar da ter kokusuyla mücadele ederken hep en yoğun deodorant ve roll on'ları tercih ettim. Ancak hemen her seferinde de kıyafetlerimde oluşan leke ve izlerle mücadele etmem gerekti ve açıkçası bundan  çok da yoruldum.
Benim gibi deodorant lekeleriyle mücadele eden kullanıcılarını düşünen Rexona yeni serisi Black + White ile bu soruna çözüm bulmuş.


Hal böyle olunca da bu yeni seriyi hemen denemek istedim, cildimde tortu bırakmayan, beyaz kıyafetlerimde "sarı" izlere, siyah kıyafetlerimde de "beyaz" leke neden olmayan Rexona // Black + White benim şimdiden favori deodorantım oldu.
İlkbahar ve yaz aylarında kurtarıcım olacak bu ürünü sizlerle de tanıştırmak istedim.


Rexona bu yeni serisinde sadece biz kadınların değil aynı özellikleri taşıyan erkek deodorantıyla erkek kullanıcılarının da imdadına yetişmiş.
Ben artık siyah ve beyaz kıyafetlerimi giyerken kendimi daha özgür hissediyorum, "acaba siyah bluzumun üzerinde beyaz leke mi kaldı?" ya da "beyaz gömleğimde sarı leke mi oluştu?" gibi endişelerim tarih oldu, benden mutlusu yok :)
Bu içerik http://www.eceninmodagunlugu.net/ tarafından hazırlanmıştır.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

10 Mart 2015 Salı

Zaman Değişir, Ama Büyük Gözlerin Modası Asla Değişmez!

Geçmişten günümüze, zaman içinde moda ve güzellik kavramları çok değişti, her dönemin favori giyim, makyaj ve saç tarzları oldu fakat büyük gözlerin güzelliği zamandan hiç etkilenmedi, güzellik değerini her zaman korudu...


Oriflame, gözleri %30 oranında açan ve böylece daha büyük görünmelerini sağlayan yeni ürünü The One Eyes Wide Open maskara ile 1950’lerden günümüze, hatta geleceğe uzanan keyifli bir oyun uygulamasıyla sizleri büyük gözlerin odak nokta olduğu bir güzellik yolcuğuna çıkarıyor. Zamanda yapacağınız bu yolcukta ise en büyük sürpriz markanın yeni yüzü Ezgi Mola’nın size eşlik etmesi. 

İlk adımda Ezgi Mola’nın farklı tarzlardaki fotoğraflarını doğru dönemler ile eşleştirmeniz gerekiyor. Ardından yolculuk etmek istediğiniz yılı seçiyorsunuz. Devamı sürpriz! Zamanda yolculuk etmekten keyif alacağınıza eminim. Üstelik bu yolculuğa çıkanlar Ezgi Mola ile tanışma şansına sahip oluyor. Birbirinden güzel Oriflame ürünlerinden oluşan hediye paketleri ve maskara da cabası!


Bu keyifli uygulamaya Oriflame Türkiye’nin Facebook sayfasından ulaşabilirsiniz: https://zamansizgozler.com/
Bir boomads advertorial içeriğidir.

8 Mart 2015 Pazar

Türkiye'de Kadın Olmak

Aslında sorunu sadece Türkiye'de kadın olmaya indirgemememiz gerekiyor.
Kadın olmak, evrensel anlamda meşakkatli bir iş.

Ben bugün burada, kan kusmayacağım. Allah rolüne bürünerek kendini can almaya haiz gören insancıklardan bahsetmeyeceğim. İdam mı hadım mı, bunu konuşmayacağım. Hepimizin boğazı düğümlü. Hepimiz "onların yerinde biz de olabilirdik" cümlesini kafamızın içinde bin kere evirdik çevirdik.

Ama toplum olarak bir şeyi unuttuk. Çok kötü unuttuk: Soru sormayı.

İstatistiklere bakalım mı?
Türkiye'de evli kadınların yüzde 36'sı şiddet mağduru. Yani her 10 kadından 4'ü eşinden şiddet görüyor.
Kadınların yüzde 19'u şiddeti yüzüne inen tokat, yüzde 16'sı da böğrüne atılan tekme olarak tanımlıyor. Bu yüzde 16'nın yaşadığı şiddetin derecesi ise çok ağır. Bu kadınlar yerlerde sürükleniyor, boğazları sıkılıyor, silah ya da bıçakla tehdit ediliyor. Eşlerine ağır şiddet uygulayan erkekler ise daha ziyade Orta ve Batı Anadolu Bölgeleri'nden çıkıyor.

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün araştırması böyle.

İtalyan basını Türkiye'de kadın - erkek eşitliğini "serap" olarak niteliyor, ülkemizi Hindistan, Afganistan gibi ülkelerle aynı kefeye oturtuyor. Hiç de haksız sayılmazlar. İsteyen sevgili meslektaşım Övgü Pınar'ın hazırlamış olduğu habere buradan ulaşabilir.

Kendinize bir sorun. Bugüne kadar hiç bir erkekten tokat yediniz mi? Fiziksel şiddete uğradınız mı?
Hayır mı? Kendinizi şanslı sayın.
Ya da yok, saymayın.
Çünkü şiddet, sadece fiziki darbelerle sınırlı kalmıyor.

"Yolda başıma iş gelir" diye, "dikkat çekmeyeyim" diye evden çıkmadan önce eteğinizin boyunu, dekoltenizin derinliğini, bluzunuzun darlığını sayısız kez ölçüp biçtiniz.

Kırmızı ruj sürerken çekindiniz.

Toplu taşıma araçlarında koridor tarafına yerine cam tarafına sığındınız. Arkanızı "fordlanmamak için" kalabalığa değil de duvara verdiniz.

İş yerinde mobbinge uğradınız. Erkek olsanız başınıza gelmeyecek işler kadın olduğunuz için geldi.

Minibüste otobüste son kalan olmaya korktunuz, yalnız başınıza taksiye binerken aracın plakasını alıp birine mesajladınız.

Hava kararınca evinize çok hızlı adımlarla yürüdünüz. Bir başka erkeğin refakatine ihtiça duydunuz.
Erkek arkadaşlarınızdan birinin "Hava karardı, ben seni eve kadar bırakayım" önerisini incelik olarak gördünüz, altındaki iğrenç toplumsal rezilliğe kafa yormadınız.

Sevgiliniz ya da kocanız "Bunu neden giydin?" dediğinde ya da arkadaş ortamında "Ben karımı oraya yalnız göndermem, bunu giydirmem, bunu yaptırmam" diye atıp tuttuğunda kıskanıldığınızı düşünüp, kıskançlıkla aşkı eş tuttunuz.

Hiç yadırgamadan "biz bayanlar" diye başlayan cümleler kurdunuz. Kadın - erkek, bay - bayan eşleşmesini gözardı ettiniz. Erkek - bayan eşleştirmesini normal saydınız.

Erkek arkadaşlarınızın "Feminist misin kızım sen?" takılmalarını normal saydınız.

Oğullarınıza ev işi yapmayı, sorumluluk paylaşmayı öğretmediniz. "Kadın erkek için her işi yapmakla mükelleftir" bilincini o minicik dimağlara işlediniz.

"Karı gibi ağlama, kız gibi yürüme" uyarılarını, kadına yönelik belden aşağı ana avrat küfürleri kulak ardı ettiniz hatta siz de kullandınız.

Daha sıralayayım mı?
Devletin yasama yürütme ve yargı ortamları, bu vahşi trajedilerle başa çıkmak için ne gibi tedbirleri uygun görür bilemem.
Ama biz kadınlara düşen çok önemli bir görev var.

Düzgün çocuklar yetiştirmek.

Oğullarımıza kadının mal olmadığını, bir kıza istediği gibi davranamayacağını, herkesin kendi bedeni üzerinde söz ve karar hakkına sahip olduğunu, sorumlulukların kadın erkek ayrımı gözetilmeksinizin bireyin kendisine ait olduğunu öğretmemiz; daha çok okumamız, daha çok araştırmamız gerek.

Toplumun "erkek adam" sıfatının altının ne kadar boş olduğunu, önemli olanın "erkeklik" değil "insanlık" olduğunu anlatmamız, empoze etmemiz gerek.

Kibarlığın, özverinin zayıflık değil, aksine en büyük güç olduğunu vurgulamamız gerek.

Kızlarımıza kendini ezdirmeyeyi, bağımsız bireyler olmayı, kimsenin boyunduruğu altına girmemeyi öğretmemiz, şiddetin çocuk gözünden meşrulaştırılmasına izin vermememiz gerek.

Davranışlarımızla laflarımızın tutarlı olması gerek.

Hele hem erkek hem kız çocuğu yetiştiriyorsak ikisine de eşit davranıldığına emin olmamız gerek.

Kız masayı toplayacak, oğlan oyununun başına gidecek.
Kız, yeterince kız gibi davranmadığı için azarlanacak, oğlan "aslan oğlum" diye pohpohlanacak.
Kız eve geç gelince dayak yiyecek, oğlanın ensesine dostane bir tokat vurulup "var mı manita" muhabbeti yapılacak.
Yok öyle yağma!

kazete.com.tr'den alınmıştır.
Ama en önemlisi ne biliyor musunuz?
Hani tüm iyi niyetimizle kalkıp, kadını erkeği "bu bizim de annemiz, kardeşimiz, karımız, kızımız olabilirdi" diyoruz ya...
O bile buram buram seksizm kokuyor.
Bir insan, insan gibi yaşamayı (cinsiyeti, cinsel kimliği, ırkı, dini ne olursa olsun) sadece ve sadece insan olduğu için hak eder.
Bu insanca yaşama hakkının birinin karısı, kızı olma ihtimaliyle bağlantısı yoktur.

Daha da iğrencini söyleyeyim mi?
Gene tüm iyi niyetimizle kalkıp "masum, gencecik kız" diyoruz.

Söndürülen bir yaşamın ardından dökülecek göz yaşının ve verilecek tepkinin derecesini, merhumenin "masumiyeti" mi belirliyor?
Anladınız siz.

Çocuk gelinlerin olmadığı; dişi bireylerin "kadınlığına kızlığına bakılmadan" eşit muamele gördüğü, şiddetin yok olduğu, basının katilleri mazur gösterip fazladan "tık" almak için binbir takla atmadığı o ütopik dünyanın bir an evvel gerçek olması dileğiyle...

Dünya Kadınlar Günü'nüz...
Öyle işte.

5 Şubat 2015 Perşembe

Moshos Garden Sıcak Havlu Yüz Temizleyici

Blog etkinliği sponsorlarımızdan biri de, aslında tüm bakım / kozmetik bloggerlarının yakından tanıdığı ve ürünlerini denemek için can attığı Moshos Garden markasıydı.

Moshos Garden kutusunu görünce attığım sevinç çığlığını tahmin edersiniz!
Çocuk gibi ellerimi filan çırptım, o derece :)


Bugün tanıtacağım ürün, firmanın en öne çıkan kalemlerinden aslında: Sıcak havlu yüz temizleyicisi. Moshos Garden'ın tüm ürünlerinde olduğu gibi, bu temizleyici de yüzde yüz organik ve doğal içeriğiyle dikkat çekiyor. Sertifikalı balmumu, sertifikalı zeytinyağı, kakao yağı, 
sarı kantaron, badem yağı, kayısı çekirdeği yağı... 
Hepsi organik, hepsi doğal ve hepsi de cildi temizleyip bitkisel bakım yapmak için!

Duşta yüzümü, klasik rutinimle temizledikten sonra (peeling dahil) ürünü uygulamaya karar verdim.

Süreç oldukça basit: Pakedin içinden çıkan beyaz el havlusunu, içinde kaynara yakın sıcak su 
olan bir kabın üzerine gerip, buharı iyice emmesini bekliyorsunuz.

Bu arada da, temizleyiciyi (sarı göründüğüne bakmayın, aslında şeffaf bir yapısı ve bitkisel bir kokusu var) tüm yüzünüze ya da özellikle temizlemek istediğiniz bir bölge varsa 
(burun, çene gibi) oraya yediriyorsunuz.

Ardından sıcak havluyu elinize sararak dairesel hareketlerle yüzünüzü temizliyorsunuz.


Sonuca gelince... Bir süre havluya boş gözlerle baktım.


Ben bunca yıl "yüzümü temizliyorum" diye resmen kendimi kandırıyormuşum! 
Saçma sapan kimyasallara dünyanın parasını döküyormuşum da haberim yokmuş!

Benim kadar kuru karma cildi olan insanın ertesi gün yumuşacık bir tenle kalkmış olması da cabası.
Bir bonus daha: Siyah nokta ve beyaz nokta problemim minimize oldu.

O halde neymiş, bundan böyle cilt temizliğinde Moshos Garden'dan şaşılmayacakmış. 
Bu kadar basit!

Buradan Moshos Garden'a rica: Göz kremi çıkarın! Lütfen! İlk alıcınız ben olacağım!

Paketten çıkan diğer Moshos Garden ürünlerinin yorumları ilerleyen günlerde sizinle olacak!

Sevgiler!

31 Ocak 2015 Cumartesi

Harmolance Omega - 3 ve Ayak Kremi Yorumları

Kadın vücudu, yaşam döngüsü esnasında farklı sebeplerle zorlu hormonal değişim süreçlerinden geçiyor. Ergenlik, doğum, menopoz.. Üstelik bu süreçler bizi sadece psikolojik olarak değil, fiziksel olarak da ciddi anlamda etkiliyor.

Sık karşılaşılan problemlerden biri de topuk çatlakları. Aslında bu pek de şaşılacak bir durum değil, zira yaşımız kaç olursa olsun bir şekilde ayak bakımımızı ihmal ediyoruz. Kaçımız her akşam ayaklarını kremleyip çorap giyerek yatıyor? Kaçımız nasırlarını düzenli elden geçiriyor, periyodik olarak pediküre gidiyor? Cevap zaten soruların içinde gizli.

"Harmoni ve balans" kelimelerinin İngilizce kombininden türetilen Harmolance; tam da bu noktada devreye giriyor. Emekli olduktan ve menopoza girdikten sonra kendi saç / cilt problemlerini çözmek için evinin mutfağını bir laboratuvar gibi kullanan başarılı, kariyer sahibi bir kadının, Didem Hanım'ın ortaya koyduğu bir markadan söz ediyoruz.

Blogger etkinliğimiz sırasında bize sponsor olan firmalardan biri de Harmolance idi.
Gelen ürünler ise, markanın öne çıkan ayak kremi ve Omega - 3 yağıydı.
Beni en mutlu edenin Omega - 3 olduğunu söylememe gerek yok herhalde.
Çünkü stres faktörü, vücudu ve zihni yıpratan etkenlerin başında geliyor ve bende de booooool miktarda stres var.


Omega - 3, bitkilerde olmayan bir yağ ve sadece balıktan elde ediliyor.
Dolayısıyla Omega - 3 kullanımı;

- Kalp krizi riskini azaltıyor.
- Kavrama gücünü ve hareket kabiliyetini artırıyor.
- Yorgunluğu alıyor, konsantrasyon ivmesini yükseltiyor.
- Depresyon belirtilerini azaltıyor, sinir sistemine büyük yarar sağlıyor.

Dah ne olsun?
Ürünü kullanmaya başladıktan sonra uyku düzenimin çok daha dengeli bir hal aldığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Tabii hatırlatmakta fayda var, Omega - 3 bir besin takviyesidir, ilaç değildir. Balık alerjisi olanlar ise kesinlikle tüketmemelidir!


Ayak kremine gelince...
Önce, vaatleri görelim.


Dürüst olmak gerekirse, ürün bana "Aman Tanrım!" dedirtmedi.
Sebebiyse gayet basit: Topuk çatlağım yok. Dolayısıyla ayağımda muazzam bir değişim hissetmedim.

Ancak, ofisteyken sol dirseğimin soyulmaya başladığını gözlemledim ve bu durum feci şekilde canımı sıktı.
Eve döndüğümde, numune paketlerinden son kalanı, dirseğime uygulamaya karar verdim. Ertesi sabah soyulma problemi sona ermişti. Şu anda dirseklerim daha insanî bir görünüm almış durumda :)



Sonuç olarak, cildinize ne sürdüğünüzü bilmek istiyorsanız, kimyasaldan uzak durma arzusundaysanız ve hormonal bir değişim döneminden geçiyorsanız, Harmolance markasına bir şans verebilirsiniz.


http://www.harmolance.com/ 

25 Ocak 2015 Pazar

Yılın ilk blogger toplantısı

Geçen pazar Eskişehir'de yaşayan blogger arkadaşlarla The Merlot Hotel'de bir araya geldik.
Daha önceden üç buluşma daha olmuştu ancak ben kimi zaman hastalık, kimi zaman işlerimin yoğunluğu nedeniyle bir türlü katılamamıştım.
Kısmet dördüncüyeymiş!


Yaşamdan makyaja, cilt bakımından stile, DIY'den yemek tariflerine kadar farklı segmentlerden on kadın, bir masanın etrafında toplandık. Zamanın nasıl geçip gittiğini anlayamadık bile!


Pastamız, Eskişehir Mamül Pasta'dan Gürdal Abacı'nın eseri. Pankartlarımız ve magazin dergilerini aratmayacak profesyonellikte hazırlanmış çerçevemiz ise Kairos Event & Design tarafından gönderildi.


Hava muhalefeti nedeniyle aramızda bizzat bulunamayan ancak Skype aracılığı ile bize Harmolance ürünlerinin muhteviyatını aktaran Didem Hanım'a çok teşekkür ediyoruz!


Cömert ve düşünceli sponsorlarımızdan gelen hediyeleri beş altı masayı birleştirerek teker teker sıraladık. Ben de eve geldiğim zaman ürünleri salondaki masanın üzerine yığarak fotoğrafladım. Her bir ürünün tanıtımı ilerleyen günlerde blogta objektif bir şekilde yer alacak. Takdir edersiniz ki özellikle cilt bakım ürünlerinde tek kullanımın ardından hemen yazı hazırlamak pek de sağlıklı bir yaklaşım değil :)


İlerleyen günlerde blogta / instagramda yerini alacak sponsorlarımızı sıralayacak olursak...

Café Breno
Sabah kahvem.. Keyif kahvem.. Yorgunluk kahvem..

Dermadolin Kozmetik
Faydasını şimdiden görmeye başladığım muhteşem bakım ürünleriniz
için çok teşekkür ederim!

Harmolance (Ayak Bakımı, Kişisel Sağlık)
Kadının her zaman bakımlı, sağlıklı ve güzel olmayı hak ettiğini 
hatırlattığınız için teşekkürler!

Hüsna Danış Urlu (Keçe Tasarımlar)
Masaüstüm şenlendi! Teşekkür ederim!

Kairos Event & Design (Çerçeve ve Pankart Tasarımı)
Fotoğraflarımıza orijinallik katan tasarımlarınız için teşekkürler!

Mamül Pasta
Ağzımızın tadını yerine getirdiniz! Teşekkürler!

Moshos Garden (Organik Kişisel Bakım)
Teşekküre nereden başlasam? Harikasınız! Yazısı yolda!

New Obsessions (Dövme)
Sayenizde ofisin ilgi odağı oldum. Teşekkür ederim!

NG Tasarım (Kokulu Dekoratif Taşlar)
Koklamaktan asamadım! O kadar güzel...
Emeğinize sağlık!

Pakmaya
Bizim mutfağın da yıldızı oldunuz! Teşekkürler!

Plus Canvas (Tablo)
Orta Dünya'ya götüren tablonuzu duvarıma iliştirdim bile! Teşekkür ederim!

Pronail Türkiye
Kapsamlı manikür pedikür setleriniz için teşekkürler!
Parmaklarım nefes aldı! 

Splat Türkiye 
(Diş Macunu - Ne var ki benimki bir başka blogger arkadaşta kalmış :/)

Tanaçan Kozmetik
İndirim jestiniz için teşekkürler!

Today Croissant
Bu haftaki kahvaltımda pek bir "le Parisien" hissettim.
Teşekkürler!

Tülay Çakır (Çerçeve)
Kullanmaya kıyamadığım ince zevkli tasarımlarınız için teşekkürler!

Uneller
Kutunun dibini nasıl gördük, bilemedik!
Öyle bir lezzet!

Vitacreme B12 Türkiye
Uzun zamandır bu kadar özenilmiş bir hediye almamıştım.
Çok teşekkür ederim!



Buluşmada yer alan arkadaşlarımız:

Organizasyon dehası http://ofissstyle.blogspot.com/ kocaman bir teşekkürü hak ediyor!

13 Ocak 2015 Salı

Dermalogica Skin Perfect Primer



Tutumlu Pudriyer’in tester günleri başlıyor!

Fikir, iş için İstanbul’a gittiğimde uğradığım eski bir aile dostumuzdan, nam-ı diğer Bitki Cadısı’ndan çıktı. Şifalı bitkiler üzerine eğitim alan ve gerek sağlığın, gerek cilt bakımının gerekse kozmetiğin doğal ayağıyla senelerdir profesyonel anlamda ilgilenen Bitki Cadısı, bana "senin bloğun var, al bir sürü numune" diye elime kocaman bir poşet tutuşturdu.

Eh bana da tanımak, tanıtmak ve yazmak düşer!

İlk ürünümüz, Dermalogica’nın geliştirdiği "Skin Perfect Primer". Birebir çevirisine girecek olursak, "mükemmel bir cilt yaratan makyaj bazı" diyebiliriz.


International Dermal Institute tarafından geliştirilen baz, "age smart" özelliği ve 30 faktör güneş koruması sağlamasıyla dikkat çekiyor. Sentetik kokular ve renklendiriciler de içermiyor.
Ambalajın arka yüzünde yer alan "vaatler" ise şu şekilde: "Kadife dokulu silikon, soya proteinleriyle birleşerek cildin görünümünü düzenliyor. İnci tozu ve doğal mineraller ise hem derinin tonunu dengeleyen hem de aydınlatan nötr bir renk veriyor."


Peki bu vaatler, benim beklentilerimi karşıladı mı?

Konuya şöyle girelim: Makyaj bazı denince akla The Balm’ın Time Balm’ında olduğu gibi şeffaf ve hafif ya da düşük yoğunluklu ve akışkan maddeler geliyor. Ürünü açınca karşılaştığım içeriğin beni nasıl da şaşırttığını tahmin edebilirsiniz.
Köpük fondötenlerden biraz daha yoğun kıvamlı ama üç aşağı beş yukarı aynı yapıda olan bu bazın baz olduğunu hemen algılayamadım. Rengi de gözüme biraz koyu geldi. Ancak yüzüme uygulayınca, abartmıyorum, cidden çok şaşırdım!


Yüzüm çok güzel nemlendi. Sabah ayazında gerginleşen, parça parça kızaran cildim derin bir nefes aldı, renk anlamında eşitlendi. İyileşen sivilcelerimden kalan uçuk pembe izler ortadan kayboldu. Ve tenim tam anlamıyla kadifeleşti. Gözeneklerim toparlandı.
Sonucu o kadar beğendim ki, üzerine fondöten geçmeme kararı aldım. Sadece birkaç vuruşluk ince bir şeffaf pudra tabakasıyla sabitledim.

Öncesi ve sonrası. Bu arada -6 derece cilde neler yapıyor hep birlikte görüyoruz efendim!
Burnumun kenarları bile soyuldu.
Cildime bakmasam sonuç kimbilir ne olacaktı?

Bu satırları, makyajımı yaptıktan altı saat sonra yazıyorum. Altı saatlik zaman zarfında yüzümü kaşıdım, ovuşturdum, terledim, cildimin renk değiştirmesine sebebiyet verecek rüzgar, yağmur gibi faktörlere maruz kaldım. Buna rağmen ten makyajım, taş gibi duruyor. Kesinlikle takdire şayan bir durum! 

Peki yok mu bu bazın bir eksisi?
Eh var.
Sadece bir tanecik: Kokusu.
Aslında ortada öyle aman aman ağır bir koku yok. Bitkisel, ferah bir esans söz konusu. Ama seven olur, sevmeyen olur. Dolayısıyla bu unsuru da belirtmem gerekiyor. Zaten bu koku, sürdükten beş dakika sonra uçup gidiyor.

Özetle ben gider, bu ürünün tam boyunu gönül rahatlığı ile satın alırım.
Aranızda Dermalogica kullanan var mı?
Sevgiler!

4 Ocak 2015 Pazar

Sihirli Ay Işığı - Magic In The Moonlight


2015'te daha fazla film izleme ve daha fazla kitap okuma hedefime sadık kalarak, ilk yorumumu sizlerle paylaşıyorum.

Mod: Yorucu bir gün geçirdiyseniz, kafanız akıl oyunlarıyla debelenemeyecek kadar pelteleşmiş bir haldeyse ya da sadece oturup keyifli, güzel ve kaliteli bir zaman deneyimlemek istiyorsanız, Woody Allen'ın yazıp yönettiği bu film sizin için ideal.

Oyuncular: Başrolleri yılların eskitemediği başarılı aktör Colin Firth ve nev-i şahsına münhasır kişiliği ile geniş bir kitlenin kalbini fetheden Emma Stone paylaşıyor.

Konu: Döneminin en başarılı illüzyon ustalarından biri olan Stanley'nin (Colin Firth) sahne dışı uğraşlarından biri de, kendini "spiritüel" ya da "medyum" olarak tanıtan dolandırıcıların maskesini düşürmektir. Bunca yıl el atmadığı sihir numarası kalmayan ve aldatmacanın her türlüsünü yakından tanıyan Stanley'i kandırmak imkansızdır.


Ancak bir akşam, Stanley'nin maharetini ve aşırı rasyonel yapısını bilen çocukluk arkadaşı Howard çıkagelir ve işin rengi değişir. Zira Howard, bir süredir Güney Fransa'da yaşayan oldukça zengin ve sosyetik bir ailenin yanında misafir olarak bulunmaktadır. Ve aile; geçmişten, gelecekten, gaipten ve ruhlardan mesajlar getiren bir medyumun etkisi altındadır. Sorun ise, kendisi de illüzyonist olan Howard'ın, söz konusu medyumun bir sahtekar olduğunu ispatlayacak hiçbir somut kanıt bulamamasıdır.

İş başa düşer ve iki arkadaş, Güney Fransa'ya doğru yola çıkar.


Yorum: Filmi tek bir kelimeyle ifade etmem gerekse, "sevimli" derdim. İnsanın içini ısıtan, gülümseten ve yaşadığımız dünyanın maddi yönü ile manevi yönünü sorgulatan bir yapısı var. Dekorlar, kostümler, mekân seçimi ve konunun yorumlanış tarzı son derece zarif. Tabii bu noktada merak olgusu da ön plana çıkıyor. İşin içinde bir bit yeniği mi var yoksa gerçek bir medyumla mı karşı karşıyayız, şüpheye düşüyorsunuz. Bu da filmin keyifli yanı.

Bu arada, Woody Allen'ın Stanley karakterine hayat verirken efsane isim Harry Houdini'den etkilendiği bariz bir şekilde ortada. Bilen bilir, Houdini annesinin ölümünden sonra onunla irtibat kurmak için çeşitli spiritüalistlere başvurmuş, sonuç alamayınca da hayatının kalan kısmını sahte medyumları ifşaya adamıştı. Hatta bu sebeple pek çok düşman edinmişti.

Sizi filmin Türkçe altyazılı fragmanıyla baş başa bırakıyorum.
Ne hikmetse fragmandaki görüntülerin çekimi koyu çıkmış. Film böyle değil tabii ki!


İyi seyirler!

Not: Görseller alıntıdır.

1 Ocak 2015 Perşembe

2015'in ilk günü ve yeni yıl üzerine


Herkese günaydın, iyi tatiller, iyi yıllar!
Cuma çalışmak zorunda olmayanlara selamlar, sabah sabah camlı plaza yollarını tutacaklara da şimdiden Allah kolaylık versin.

Bugünün tadını çıkarın.

"Nasıl girersen öyle geçer" bahanesinin ardına sığının mesela, ev işi filan yapmayın. Evin işi bitmez. "Anneee anneee" diye lüzumlu lüzumsuz üzerinize atlayan, tuvalete bile arkanızdan gelen türde bir evladınız varsa birkaç saatliğine anneanneye babaanneye gönderin. "Ayteeennn çorabım neredeee?" diyen kocanın ağzını bantlayın. Telefonun fişini çekin, kapıyı iplemeyin.

Rica ediyorum bu günü tamamen kendinize ayırın.

Biz kadınlar, korkunç yoğun bir temponun içindeyiz.
Çalışan olmak, toplum içinde aktif birey olmak, anne olmak, eş olmak, sevgili olmak, evlat olmak, gelin olmak, ev kadını olmak, aşçı olmak, bulaşıkçı olmak, temizlikçi olmak, evin başbakanı olmak...
Beklentiler ve sorumluluklar had safhada.

O yüzden bir gün sizin olsun.
Güzel bir banyo yapın, baştan ayağa kremlenin, en sevdiğiniz pijamalara gömülün, isterseniz en kırmızı rujunuzu sürüp patlamış mısır yiyerek bütün gün televizyonun önünden ayrılmayın. Oturun evde başka kim varsa ona kahve falı baktırın.

(Ben babama baktırıyorum bazen. Yorum sıfır ama görüş on numara.)

Ama lütfen, bugün sizin gününüz olsun.


Ne yalan söyleyeyim, iki gün önce kızkardeşimden bir "new year's resolutions" maili gelene dek aklımda oturup da liste yapmak yoktu. Aslında hala da oturup elime kağıdı kalemi (ya da bu klavyeyi) almış sayılmam. Çünkü insanız, kendimize söz verip üç beş gün sonra boşluyor, kırk bahane ardına sığınıyoruz.

Benim de kendimi hayal kırıklığına uğratmak gibi bir niyetim yok.

Ama gerçekten niyetli olduğum ve bu konuda taviz vermeyeceğim iki unsuru sizinle paylaşabilirim: Daha fazla film izlemek ve daha fazla kitap okumak.

Bu konuda ilk adımımı da üç gün önce, şehir kütüphanesine kaydolarak attım. Bundan sonra dilediğim zaman dilediğim kitabı alıp okuyabileceğim. Kitapların himayede tutulma süresinin 15 gün olduğunu düşünürsek, bu kitabı okumayı ihmal etme ve rafa kaldırma problemini de elimine ediyor.
Daha ne olsun!

Sizin "bu sene bunu gerçekten yapacağım, görürsünüz!" dediğiniz şeyler var mı? Peki bir liste yaptınız mı?

Sevgiyle kalın!


blogger template by lovebird